MATISSE ve TANCA
Her noktasında ayrı bir keyif veren, adeta 2.vatanım olan Fas, sadece bana iyi gelmemiş.
Bu ülkenin tarihi boyunca olağanüstü ışık kalitesiyle pek çok sanatçıya da ilham verdiğini bilmek acaba ruhumun onbinlerce yıllık yolculuğunda bir yerlerde bir sanatçımıydım demedim değil.
Ressam ve heykeltraş Henri Matisse, 1912 ve 1913 yıllarında iki ayrı dönemi Tanca’da geçirmiş sanatçılardan biri. Eserlerinde ise bu 2 dönemin etkisi büyüktür. Kentteki doğal ışığa hayran kalan sanatçı, haftalarca süren yağmura karşı, burada bulunduğu sürede 23 tablo ve 60 eskiz yapmıştır.
İris’li (süsen çiçekli) Vazo, Tanca’nın Penceresi ve Kasbah’ın Giriş Kapısı, kapalı mekanlarda çalışmak durumunda kaldığı zamanların eserlerindendir.
Ressamın Tanca’da geçirdiği dönemlerde tamamladığı diğer çalışmaları arasında az sayıda renk kullansa da; daha sonraki çalışmalarında kullandığı yoğun mavi tonlarında Tanca’nın denizinden esinlendiği kabul edilir.
- Published in travel
Toshogu Mabedi – JAPONYA: Mükemmellik geriye gidişin, azalışın başlangıcıdır.
Hayatımız boyunca tüm öğretilerimizde annemizden babamızdan öğretmenlerimizden herkesten hep mükemmel olmaya giden bir yolda ilerletiliyoruz. hep mükemmellik hep güçlü olma, korkma, ağlama, ezilme, onu yap bunu yapma, o kötü bu iyi.
Eee peki hep iyilerle güzellerle doğrularla karşılaşmak kader mi şans mı?
Bir de işin şu tarafı var, yaradan beni mükemmel yapmak isteseydi yapamaz mıydı? eeh madem böyle yaratılmışım o zaman ben korkularımla, zaaflarımla, ezikliklerimle de ben olmuyor muyum?
Ne dersiniz? bunlardan neden vazgeçmeye çalışıyoruz ki?
Biraz bırakın kendinizi, maskeleri çıkartın ve kendiniz olmayı deneyin haydi:):):)
Hayat emin olun bunlarla da çok güzel…
Japonya seyahatlerim benim için daima hayat denen okulun en öğretici sınıflarından biri olmuştur.
İşte beni ben yapan zaaflarımın, korkularımın, yanlışlarımın da benim parçam olduğunu öğreten bir mabedi anlatmak istedim bu sefer size.
Japonya’nın başkenti Tokyo’ya 2,5 saat mesafedeki Unesco’nun Koruma Mirasında yer alan önemli mabedlerinden biridir Toshogu Mabedi. Tokugawa Şogunluğunun kurucusu Ieyasu’ya adanmış bir Şinto-Budist Mabedidir. Aslında Mabetler Kompleksi demek daha doğru olur. Girişte Omote-Sando bulvarından tapınağa doğru çıkılıyor. Bulvarın üzerinde Ieyasu’nun sadık hizmetkarı Matsudaira Masatame’nin heykeli var. Matsudaira 20 yılını bu tapınak kompleksinin yapımına adamış. 64 km’lik yola büyük kısmı günümüze kadar gelen çam ağaçlarını dikmiş. günümüzde sağlam kalan bölümde 13bin ağaç var ve sponsorlarca koruma altında.
Asya Burçlar kuşağının 12 simgesi ve Tokugawa hanedanlığının simgesi gülhatmi arması ile dekore edilmiş 5 katlı Pagoda’dan hemen sonra NIYOMO kapısından giriyoruz.
Budist inanışından gelen KÖTÜ OLANI DUYMA- GÖRME ve SOYLEME’yı temsil eden artık Nikko’nun da sembolu olmuş 3 maymun kutsal beyaz atın ahırının duvarlarında yer alıyor.
Festivallerde Ieyasu’nun giydiği kostumlerin saklı olduğu depo ve hemen sol tarafında kütüphane binası kompleksin diğer binalarından. ancak burada ilginç olan bir figür gözümüze çarpıyor. Japonya’da hiç fil olmadığı için filin neye benzediğini hayal ederek tahminle yapılmış 2 fil figürü oldukça ilginç.
Aynı Müslümanlık’taki abdest ve Hristiyanlık’taki vaftiz ya da su ile arınma ibadetleri gelenekleri gibi budist-şinto inancı gereği tapınağa girmeden su ile temizleniyoruz. Tanrılarla karşılaşmadan onların huzuruna çıkmadan önce temizlenmek arınmak gerekir.
Bronz bir Tori kapısından geçtikten sonra karşımızda ünlü Yomeimon Kapısı. Ya da Japonca adıyla “Higurashi-no-mon”. Japonyanın Ulusal Hazinesi de ilan edilmiş olan Güneş Işığı Kapısı. kelime olarak “gün batımına kadar bakmaya doyamayacağınız” anlamına da geliyor. kapının sağında ve solunda 500 hayvan figürü mevcut. ejderha, anka kuşları, aslan, kaplan ne ararsanız.
Tapınak hakkında esas ilginç bir hikaye; Yomeimon Kapısı ile ilgili. Geçide ulaştığınızda, geçidi tutan iki direkten birinin baş aşağı olduğunu göreceksiniz.
Acaba bir heykeltraş hatası mı dersiniz? Aslında hep hatırlamamız gereken bir durum…
Japon batıl inançlarına göre; MÜKEMMELLİK GERİYE GİDİŞİN, AZALIŞIN BAŞLANGICIDIR; mükemmel olan her şeyin ise tanrıları kızdıracak ve onların yıkımına yol açacağını söylenmiş olmasıdır. Böylece sütunlar, mabedi ‘KUSURLU’ tutmak için kasıtlı olarak baş aşağı yerleştirilmiştir.
- Published in travel
Sessizliğiyle büyüleyen Büyük Sahra Çölü – FAS
Dünyayı hiç olmasa 15 kere tavaf etmiş benim için; Ruhumla bedenimin buluştuğu tek yer Fas oldu bugüne dek. Fas ülkesinde ise büyüklüğü ve sessizliği ile beni en çok büyüleyen hatta çeken bölgelerin başında ise Büyük Sahra Çölü geliyor.
Yıldızları tek tek sayabildiğim, derin bir sessizliğin içinde ruhumdaki çığlıkları dinleyebildiğim ve mistik yolculukları yaşadığım yer oldu Sahra Çölü.
işte Sahra Çölü ya da Büyük Sahra Çölü hakkında bilinenler:
Çok büyük alan kaplayan dünyanın en büyük sıcak çölüdür.
Sahra Çölünde iklim değişikliği 41.000 yıllık bir döngüden oluşmaktadır. Bu döngü sırasında yeryüzünün eğimi 22 ile 24.5 derece arasında değişir.
Sahra çölü tamamen kumlarla kaplı olmayıp çöl manasında kumla kaplı bulunan Erg ismindeki çöl, Sahra çölünün %20’lik kısmını kaplamaktadır. Sahra çölünün büyük kısmı ise kaya ve molozlar ile kaplıdır.
Büyük Sahra çölünün yaşının yapılan hesaplamalara göre aşağı yukarı 2,5 milyon yıl civarında olduğu tespit edilmiştir.
Bilim adamlarınca yapılan çalışmalar sonucunda Sahra çölünün milattan önce 9.000 ila 3.000 yılları arasında yeşil ovalarla ve göllerle kaplı olduğu, daha sonraki yıllarda peyder pey bu şekle büründüğü kanısı hakimdir. Çünkü özellikle yapılan incelemelerde birçok yerde balık fosillerine ve deniz kalıntılarına rastlanmıştır.
Yine bilim adamlarının görüşlerine göre önümüzdeki birkaç yüzyıl içinde sahra çölünün daha geniş alanlara yayılacağı bilgisi verilmektedir.
- Published in travel
Fillerle Tavşanların Savaşı: Vietnam Savaşı
Vietnam Savaşı, Kuzey Vietnam, Güney Vietnam ve Amerika Birleşik Devletleri arasında yaşanan; her savaşta olduğu gibi yine birçok askerin yaşamını kaybettiği büyük bir savaştır.
Savaşın sonucunda Vietnam 1,5 milyon yurttaşını ve kendi topraklarının da neredeyse üçte birini kaybetmiştir. Amerikalılar ise ardında 58 bin ölü bırakmış; ve savaştan sonra ülkelerine dönen askerlerin büyük bir kısmı da intihar ederek yaşamına son vermiştir.
Filmlere kitaplara konu edilen böylesine büyük bir savaş hakkında hala bilmediklerimiz olabilir mi?
işte Vietnam Savaşı’nın çok bilinmeyen bazı gerçekleri.
1. Savaş sırasında bir keskin nişancı 3 gün boyunca 2000 metre yolu sürünerek kat ediyor, tek atışla bir generali öldürdükten sonra aynı yolu sürünerek geri dönüyor.
2. Savaşta kullanmak için Amerikan ordusu 5 bin savaş köpeğini işe alıyor.
3. Askerler zorlu savaş şartlarından biraz olsun kurtulmak amacıyla kafayı bulmak için her gün az miktarda C4 patlayıcı yiyorlar.
4. 1964 yılından 1973 yılına kadar Amerikan uçakları Laos üzerine 2 milyon ton bomba bırakıyor, bu uçaklara 9 yıl boyunca her 8 dakikada bir bomba yüklenmesi demek.
5. Savaş sonrasında Amerikan uçaklarının binlerce harici yakıt deposu Vietnamlı çiftçiler tarafından bot ve kano olarak kullanılıyor.
6. My Lai katliamı sırasında 70-80 sivili bir çukura doldurup katleden Amerikalı teğmen, başkan Richard Nixon tarafından affedilmiştir.
7. Vietnam savaşı sırasında ateşkes görüşmelerini yürüten Le Duc Tho 1973 yılında kendisine verilen Nobel Barış Ödülünü barışın sağlanmadığını gerekçe gösterip gönüllü olarak reddeden ilk ve tek kişidir.
8. Vietnam savaşı sırasında, 1966-69 yılları arasında Amerikan Ordusu askerlerine, savaşın etkileriyle başa çıkmalarını kolaylaştırsın diye steroid ve ağrı kesiciler vermiştir, 225 milyon tablet uyarıcı kullanılmıştır.
9. Körfez savaşının her Amerikalıya maliyeti; 306 dolar, Kore Savaşının maliyeti; 2.266 dolar, İkinci Dünya Savaşı’nın maliyeti; 20.388 dolar iken Vietnam savaşı her Amerikan vatandaşına 2.204 dolara mal olmuştur.
10.Bonus – ABD ordusunun arşivlerinde askerlerin beynini yıkamak için kullanılan “Mere Gook Rule”, yani “sadece bir Gook kuralı”na rastlanmıştır: Gook, o dönemde Vietnamlıları aşağılamak için ABD’li askerlerce uydurulan bir argo tabirdir, yani böyle “alt-tarafı bir Vietnamlı” diye diye, askerlere Vietnamlı sivilleri öldürdükçe bunu fazla umursamaması aşılanmaya çalışılmıştır.
Ancak, Amerikalılar Vietkongların hareketli birlikleri ile ilgili doğru istihbarat elde etse bile, yeteri kadar hızlı reaksiyon gösteremiyorlardı. Diğer taraftan, Vietkongların sabit üslerini tespit etmede çok daha başarılı oluyorlardı. Bunun için çeşitli karşı-gerilla taktikleri de geliştirmişlerdi. Bunlar;
Satranç tahtası yöntemi; büyük bir arazinin santraç tahtasına benzer şekilde karelere ayrılması ve rastgele seçilen karelerde 10-40 kişilik askeri birliklerle özellikle gece operasyonları icra ederek, Vietkongların hareket halindeki birlikleriyle temas sağlamak ve onların hareketlerini kısıtlanması,
Sessiz çıngıraklı yılan (Bushmaster-ormanın efendisi) yöntemi; bir bölüğün takımlarının birbirlerini destekleyecek mesafelerde ayrı ayrı hareket ederek, ormanlık bölgelerde Vietkongların kullandığı bilinen yollar üzerinde pusu mevzileri işgal edilmesi,
Bölge Keşfi; bir bölgede çok sayıda keşif kolunun yonca yaprağı şeklini andıran istikametlerde devriye görevi yaparak Vietkongların hareketlerini kısıtlaması, daha sonra geride gizlenmiş birlikler bırakarak bölgeden çekilmesi, geride bırakılan küçük birliklerin bölgeye geri gelen Vietkongları yakın mesafeden pusuya düşürmesi veya topçu ateşlerini yönlendirmesi
Kartal Uçuşu; bir helikopterin yem olarak şüpheli bölgeler üzerinde uçması, Vietkongların ateşine maruz kaldığında, uçarbirlik harekatıyla daha büyük çaplı bir operasyonun başlatılması,
Mekanize birliklerin kullanılması; zırhlı personel taşıyıcı araçlarla Vietkongların, bulundukları bölgelerden hareket etmeye zorlanması ve yeri tespit edilenlerin topçu ve hava kuvvetleriyle atel altına alınması,
Şimşek taktiği; iki-üç tank gücünde birliklerle, Vietkongların kullandığı yollarda hızla hareket ederek, yol üstünde hareket halinde veya mayınlama yaparken Vietkonglarla temas sağlamak,
Orman Baskını taktiği; tank ve zırhlı personel taşıyıcılarından oluşan birliklerle, engebeli olmayan ormanlık arazilerde hızlı tarama operasyonları yaparak, Vietkonglarla temas sağlanması,
Yemleme Taktiği; destek üslerini, ikmal konvoylarını emniyetsiz bölgelere göndererek Vietkonglar için cazip hedefler oluşturmak ve bu cazip hedeflere saldırdıklarında üstün muharebe güçlü birliklerle baskınlar düzenlenmesi,
Çembere alma taktiği; küçük birlikler vasıtasıyla Vietkonglarla temas sağlandığında mevcut silahlarla ateş altına alarak onların mevzilerinde kalmaya zorlanması, yakındaki tüm birliklerin temas bölgesine yığınaklanması ve Vietkong birliğinin çepeçevre sarılması, daha sonra çemberin daraltılarak, çember içindeki Vietkongların üstün ateş gücüyle imha edilmesi, çemberden kaçanların ise geri bölgelerde pusuya düşürülmesi.
Vietnam’daki ABD kara operasyonlarının ana karakteri, üstün ateş gücüyle desteklenmesidir. Bu uygulama, Amerikan kayıplarının azalmasında kilit rol oynamıştır. Ancak, manevraların bu kadar sıkı bir şekilde ateş gücüne bağlı kılınması, birliklerin hareket kabiliyetlerini kaybetmesine neden olmuştur. Diğer taraftan Vietkongların üstün hareket kabiliyeti ve baskın tarzındaki saldırılara önem vermesi, ABD ateş gücünün etkisini azaltan bir faktör haline gelmiştir. Amerikalı bir taktisyen, Vietnam’daki savaşı “Fillerle tavşanların savaşı” olarak tanımlamıştır.
- Published in travel
Tanrıların yeryüzündeki yansıması – APSARA – Kamboçya
Apsara dansı,1000 yıldan fazladır yaşayan geleneksel bir Kamboçya dansıdır.
Angkor Wat Tapınaklarında doğan bu dünyaca ünlü Apsaralar, Khmer kadınının güzelliğini ve zekasını temsil ediyor. Güzellikleriyle göz kamaştıran bu dans tanrıçaları, Khmer kültürüyle özdeşleşiyor.
Apsara dansında, insanın yaradılışının; tanrılar (iyilik) ve şeytanların (kötülük) Süt Denizinde savaşması sonucu, Tanrıların bu savaşı kazanmasıyla meydana geldiğine inanılıyor. İnsan; bu zaferin bir sembolü olarak doğmuş.
Apsara dansçıları, tanrıçaların yeryüzündeki yansıması olarak kabul ediliyor. Khmer klasik dansı, Apsara’nın kökeninin, Hint Saray danslarına kadar uzandığı sanılıyor. Hindu Mitolojisinde, dişi periler tanrılar için dans etmek için doğarlar.
1970 yıllarda, sanatçıların %90’nını katleden Kızıl Khmerler döneminde yok olmayla karşı karşıya kalan Kamboçya’nın bu geleneksel dansı, 1981 yılında açılan Phnom Penh Güzel Sanatlar Akademisi’de ve Apsara Sanat Derneği ile yeniden hayat buluyor. Hayatta kalanlar geleneği sürdürmek için çok çaba sarf ediyor.
Bu kraliyet dansını öğrenmek ve profesyonel dansçı olmak için her öğrenci 9 yıl boyunca sıkı bir eğitim sürecinden geçiyor. İlk başta doğru oturmayı öğrenmek ve eller ile parmakları doğru yerde tutmak gerekiyor. Apsara dansında bilekler esnek hareketlerle dansı süslediğinden, bilek ve parmak arasında kalan kısmı esnek hale getirmek oldukça önemli. Disiplin, özveri ve sıkı bir çalışma isteyen bu dans 4500’den fazla figür içeriyor. Apsara’ların ruhunu sahneye taşımak için uzun süre eğitilen dansçılar; detaylı başlıklarla süslenmiş renkli kostümler giyinip, Pin Turba adı verilen vurmalı bir çalgı topluluğu eşliğinde, yavaş hareketlerle zarif bir dans gerçekleştiriyorlar.
Apsara geleneği, 2008 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne eklendi. Her yıl Angkor tapınaklarını görmek için gelen milyonlarca turist, Kamboçya kadınlarını ve arzuyu temsil eden Apsara gösterilerini izlemeden gitmiyor. Apsara’ların ruhunu estetik figürlerle betimleyen, güzelliğiyle göz kamaştıran Apsara dansçılarının sunduğu mesajları ve sembolleri meraklı gözlerle çözmeye çalışıyor.
Dünyanın en büyük tapınak şehri olan Angkor Wat Tapınaklarında, Apsara dans tanrıçalarını betimleyen 2000’e yakın oymalar bulunuyor.
- Published in travel
ANGKOR WAT – KAMBOCYA
Efsaneye göre Kamboçya; denizlerin hâkimi, ulu ejder Naga’nın kızı ile Brahman Hintli genci Kaudinya birlikteliğinden meydana gelir. Kaudinya bir gün teknesiyle dolaşırken prensesi görür ve âşık olur. Prensesin babası denizlerin hakimi Naga, kızına evlilik hediyesi olarak, egemenliği altındaki bölgenin tüm sularını kendisine çekip ortaya çıkan bu toprakları verir ve Kambuja Krallığı böylece kurulur.
Dört asır boyunca terk edilmiş ve orman tarafından sarılıp sarmalanmış olarak kalan bu kadim tapınaklar 1858’de Fransız doğa bilimci Henri Mouhot tarafından yeniden keşfedilir. Her ne kadar tapınaklar Khmer yerlileri ve yine zaman zaman bu bölgeye uğrayan batılılar tarafından bilinse de, tüm dünya Angkor’un varlığını Mouhot’un kitabını yayınlamasıyla duyar. “Görülmeden ölünmez” diyerek kitabında Angkor’dan bahseden bilim adamı keşfinden bir sene sonra vefat eder.
Güçlü Khmer Krallığının başkenti ve gücünün simgesi olan Angkor Wat, dört yüz kilometrekarelik bir alana yayılıyor. On ikinci yüzyılda 1 milyondan fazla insanın yaşadığı ve Avrupa’daki herhangi bir katedralden daha geniş olan Angkor Wat, dünyadaki en büyük tapınaklardan biri olma unvanını koruyor. Yalnızca büyüklük olarak değil, aynı zamanda su üzerine inşa edilmesi bakımından da şimdiye kadar gerçekleştirilen en çarpıcı mühendislik projelerinden biri. Angkor Wat, düzgün şehircilik planlarıyla geniş bir su dağıtım şebekesi kuran Khmer halkının zirveye ulaşmış yontma taş işçiliği ve yapı sanatının izlerini de taşıyor.
Angkor Wat: Kamboçya’nın ulusal bayrağına da işlenmiş olan Angkor Wat, yüzlerce tapınağın en büyüğü. 12’nci yüzyılda Kral II. Suryavarman tarafından yaptırılan Angkor Wat; Shiva, Vishnu ve Brahma tanrılarına adanmış. Yaklaşık 30 yılda tamamlanan bu yer, “insan beyninin bugüne kadar tasarladığı en görkemli, en uyumlu yapıt” olarak nitelendiriliyor. Hem Kral II. Suryavarman’ın mozolesi hem de Tanrı Vishnu’ya adanmış bir Hindu Tapınağı olan bu yerin yapımında, Mısır Piramitleri’nden daha çok taş kullanılmış ve her taşın üzerine kabartmalar işlenmiş.
82 hektarlık bir alanda kurulu olan Angkor Wat, göğe yükselen lotus çiçeği biçiminde ve her biri 55 metre yüksekliğinde olan beş kuleden oluşuyor. Kmer mimarları ana yapı malzemesi olarak kumtaşı kullanmış. İç tapınağın dış duvarlarında toplamı 800 metreyi bulan rölyefler var. Yapıdaki her şey simetrik, sağda ne varsa solda da aynısı var. Diğer birçok tapınağın aksine burası batıya bakıyor. Angkor Wat’ı çevreleyen ve uzaydan görülebilecek kadar büyük, içi su dolu devasa bir hendek antik yapının çevresini sarıyor.
Angkor Thom: Angkor Wat’tan sonra inşa edilmiş olan 700 yıllık Angkor Thom, Kmer İmparatorluğu’nun son başkentiydi. İyi ruhlar ve iblislerin kabartma resimleriyle bezeli kapıları olan tapınağın o dönem yaşanan bir savaşla yıkılan antik başkent Yasodharapura’nın üzerine inşa edildiği düşünülüyor. Bu tapınağın ana merkezi olan Bayon’da yer alan 54 kule, antik krallıktan 54 bölgeyi simgelemektedir. Duvarlarında 11.000’den fazla rölyeflerin yer aldığı bu tapınakta, anlatılan hikâyeleri tasvir eden bazı rölyeflerin uzunluğu ise 120 metreyi buluyor. 12. yüzyılın sonunda Kral VII. Jayavarman tarafından inşa edilen tapınakta yer alan 216 gülümseyen yüz ile Bayon’un her şeyi görüp kontrol etme gücüne sahip olduğuna inanılıyor.
Ta Prohm: Angkor’daki en çok ilgi çeken tapınak Ta Prohm’dur. 13. yüzyılda Kral VII. Jayavaman’ın annesine yaptırdığı bu tapınağı sarmalayan dev kökler büyüleyici ve dünyada bir eşi daha olmayan görüntüleri gözler önüne seriyor. Komşu ülkelerden gelen saldırılarla birlikte zamanla tapınak terk edilince, doğa hızla yenilenip tapınağı yutmuş. Tapınak üzerinde büyüyen devasa Banyan ağaçları kökleriyle tapınağı neredeyse yutmuştur. Restorasyon çalışmalarında birçok bitki ve ağaç temizlenmiş olsa da bu ağaçların kökleri tüm tapınağı sardığından temizlenmesi mümkün olmamıştır.
Angelina Jolie’nin, Tomb Raider filmlerinde bu tapınak film seti olarak kullanılınca çok bilen bir tapınak olmuş tabii. 1186 yılında yapıldığında bu tapınak bölgesinde 10.000 kişinin yaşadığı düşünülüyor.
Baphuon Tapınağı: Angkor tapınakları içinde en eski olanıdır. On birinci Yüzyılda 2. Udayadityarvarman tarafından yapılan bu 3 katlı tapınak, bu alanda ayakta kalan tek Hindu tapınağıdır ve Tanrı Şiva’ya adanmıştır. Fransızların desteğiyle bin yaşındaki tapınak yenide restore edilmiş.
Bir zamanlar Angkor’daki en görkemli tapınak olan Baphoun, 1950’lerde çökmenin eşiğine gelmiş. Anıtı kurtarmanın tek yolunun tapınağın parçalarına ayırmak olduğunu düşünen Fransız arkeologlar 1960’larda, tapınaktaki her biri birbirinden eşsiz tasarlanmış taşları söküp numaralandırarak ormanlık alana yaymışlar. İç savaş nedeniyle kesintiye uğrayan restorasyon çalışmaları kesintiye uğramış. 1975’te iktidarı ele geçiren Kızıl Kmerler anıtın inşası için gerekli olan kayıtları imha edince dünyanın en büyük ve en zor yapbozu başlamış. Restorasyon’a 1995 yılında yeniden başlayan ekip, aralarında harç kullanılmayan ve her taşın yeri özel ve ayrı olan dünyanın en büyük 3 boyutlu yapbozu üzerinde çalışmalarını sürdürüyor.
Banteay Srei: Onuncu Yüzyılın ikinci ayrısında inşa edilen bu yer Kadınlar Tapınağı olarak da anılıyor. İyi korunmuş bu tapınakta kullanılan kızıl kumtaşı üzerine yapılmış olağanüstü taş kabartmaları ile kadın eli değdiği beni belli ediyor. Klasik Kmer sanatının tacı olarak kabul edilen Banteay Srei Tapınağı, Angkor Wat’ın yaklaşık 40 km uzağında yer alıyor.
Phonom Bakheng: Phonom Bahheng, 10. yüzyıl başlarında Bakheng tepesinde kurulmuş bir tapınağa istenirse fillerin üzerinde gelinebiliyor. Hiç file binmemiş biriyseniz denemenin en güzel yerlerinden biri. Günün son aktivitesi olarak 67 metre yüksekliğindeki tapınaktan, Angkor Wat’ın ihtişamını ve güneşin batışını izlemek güzel bir aktivite olabilir. Fil safarisi ile tapınağa gitmeyi düşünmeyenleri yaklaşık 20 dakikalık bir yürüyüş bekliyor. Diğer Angkor tapınakları kadar görkemli olmasa da gün batımının en güzel izleneceği tapınaktır. Gün batımı fotoğrafını en iyi yerden çekmek için erkenden yer almakta fayda var. Ellerinde kocaman kameraları ve gün batımı ile ortaya çıkan şahane kızıllığa tepki veren Uzakdoğulu turistlerin çıkardığı sesler arasında şahane bir gün batımı izleme deneyimi yaşatır.
- Published in travel